Die fetten Jahre sind vorbei -The Edukators İdeolojik Açıdan Film Eleştirisi

 

Die fetten Jahre sind vorbei -The Edukators 

Hans Weingartner tarafından yönetilen Almanya ve Avusturya ortak yapım suç drama filmi, 2004 yılında Cannes Film Festivali’nde ilk gösterime çıktı ve 10 dakika boyunca ayakta alkışlandı. Siyasi yönden eleştirmenler tarafından eleştirildi, en iyi Alman filmlerinden biri olarak değerlendirildi ve Alman Yeni Dalgası’nın parçası olarak bir kült film haline geldi. Cannes Film Festivali’nde 11 yıldır yarışmaya devam eden ilk Alman filmidir. Film, günümüz gençlerinin sisteme başkaldırılarını ele almıştır. Hans, filmin yazarı, yönetmeni ve yapımcısıdır. Eski bir aktivist olan Weingartner’ın gençliğinin bir yanını filmde görmekteyiz. Kendisi de filmi kendi deneyimlerine dayanarak şiddet içermeyen karakterler yazdığını söylemektedir.

Avusturya doğumlu Hans Weingartner Feldkirch, The White Sound isimli uzun metraj çalışması ile festivallerde ses getirmeye başlamıştır. Filmlerini küçük bütçelerle ve az sayıda bir ekip ile yapmaya gayret göstermiştir. Bu yüzden bu filmi de uzun çalışma süreleri nedeniyle eleştirilere maruz kalmıştır.

Weingartner, siyasi geçmişinden bir parçasını filme aktarmış ve hikâye ilerledikçe siyasi ideoloji ana konu haline gelmiştir. Film, ideallerini tatmin eden bir siyasi hareket bulma girişimini anlatmaktadır. Sistem ile nasıl savaşacaklarını bilmeyen üç genç sistemin uyguladığı şiddete karşı şiddetsizliği seçerek, yönetmenin deyimiyle ‘Şiirsel bir direniş’ gösterirler. Film, eleştirel olmayı ve statükoyu sorgulamayı vurgulamaktadır. Filmde birçok tema vardır; kuşak çatışması, aşk, dostluk, başkaldırı, korku... Bu da filmi çok yönlü yapar ve biraz daha herkese hitap etmeye iter. Üç kişilik bir arkadaş grubunun anti-kapitalist aktivistler olmaları ortak özellikleridir. Didaktik diyaloglara sahip, kimi yerlerde temponun düştüğü, bazı yerlerde ders verme boyutuna kadar giden bu film, ideolojik açıdan eleştirilecektir.

      Filmin ilk sahnesinde kameranın bakışı ile zengin bir ailenin evlerine hırsız girdiği imajı verilmektedir. Oyuncuların sahneye dâhil olmasıyla hırsızlık olmadığını, sadece evdeki eşyaların yerinin değiştiğini görmekteyiz ve ev sahiplerine ‘’Bolluk İçindeki Günleriniz Sayılı" notu bırakılarak sahne bitmektedir. Bu sahne ile kameranın bakış açısının düşüncelerimizin üzerinde bir yetkisi olduğunu görüyoruz. Sonraki sahnede bir grup insan eylem yapıyor, polis tarafından tutuklanıyor ve polislere ‘Kapitalist domuzlar’ deniliyor. Devletin baskı aygıtları olan polisler ideolojiyi reddedeni şiddet uygulayarak baskılamaya ve bu şekilde ideolojiye bağlı kalmalarını sağlamaktadır. Kapitalist domuzlar sözü, devletin kapitalizmin yanında olduğunu bizlere vurgulamaktadır. Bolluk içindeki günleriniz sayılı notu ikinci sahneden sonra anlam kazanmaya başlamış ve yönetmen filmin artık sistem eleştirisi filmi olduğunu bizlere aktarmıştır.

       Sonraki sahnede ise; otobüste alkol tüketen biri vardır otobüsteki diğer insanlar ‘otobüste alkol içemezsin’ diyerek içkisini almaya çalışmaktadırlar. Çünkü norm dışı hareket edeni toplum onu kendine empoze etmeye çalışmaktadır eğer uyum sağlamazsa şiddet göstereceklerdir. Bir bakıma devletin baskı aygıtlarını toplumun kullandığını görüyoruz alkol tüketen üzerinde baskı uygulayan toplum ise devlet olarak görebiliriz.

     Film başlarında küçük küçük toplumsal olaylar gösterilerek bizlere bu filmin amacı hissettirilmektedir. Filmin başrolü olan üç genç, bu yaşanan toplumsal olaylarda kendilerini göstermektedirler. Jule, para sıkıntısı çeken bir kadındır. Araba kazası yapmış, çarptığı arabanın borcunu ve ev kirasını ödemektedir. Filmin başlarında Jan ve Peter’ın ne iş yaptığını bilmez. Jan, bu işin başı olarak isyankâr ve devrimcidir. Tek amacı topluma gelir adaletsizliğini fark ettirmektir. Peter ise Jan’ın bu işteki ortağı, aynı zamanda Jule’un sevgilisidir. Jan kadar isyankâr olmasa da o da bu sisteme başkaldıranlardandır.

      Jan ve Peter gece bir zengin evine girip, evi yine dağıtıp çıktıkları ertesi günü Peter evden pahalı bir saat çalmıştır. Bunu fark eden Jan, ‘’Bizi sıradan hırsızlar zannetmesinler’’ dedikten sonra saati sokağa atar. Amaçları sadece dikkat çekerek burjuvanın kapitalist ideolojiden ayrılmalarını sağlamak olduğu için eşyaların yerlerini değiştirmektedirler. Eğer hızlık yaparlarsa mesaj yerine ulaşmaz.

     Jule, zengin restoranında garsonluk yapmaktadır. Müşteri armutlu brendi siparişi vermiş fakat brendi bardağı olmadığı için Jule’u küçümseyerek bardağın nasıl bir şeye benzediğini ve o bardak olmadan içemeyeceğini anlatmaktadır. Üst sınıftan olan kadın onun alt sınıfta olduğunu bildiği için bu konularda bilgisiz olduğunu öngörerek konuşmaktadır. Kadının kadın üzerindeki tahakkümünü görmüş oluruz. Bunun üzerine Jule, iş çıkışı bir zengin arabasını anahtarı ile çizer. Bu hareketiyle Jule da artık kapitalist düzene başkaldırmış olur.

      Bir sahnede Jule maddi sıkıntısını Jan’a anlatır ve ‘’O zengin pislik Mercedes kullansın diye sen kıçını mı yırtıyorsun?’’ sorusunu sorar. Filmde sürekli üst ve alt sınıf arasındaki gelir eşitsizliği vurgulanmaktadır. Devrim yaparak değişimin sağlanamayacağı bir toplumda yaşandığı gerçeği ile bizleri baş başa bırakır. Ev sahibi, Jule’u kirasını geç ödemesinden dolayı evinden atar. Ev sahibi, evin eskisi gibi temiz olmasını istemektedir, Jan, Jule’a yardım eder. Evin duvarlarını boyarken konuşmaya başlarlar ve adamın bunu hak etmediğini düşünüp evi daha beter bir hale getirip duvara ‘’Her Yürek Devrimci Bir Hücredir’’ notunu bırakırlar. Yavaş yavaş Jule da Jan’a katılmaya başlar. Kapitalizme karşı direnişin tohumlarını Jan ekmiştir. Jule, çalıştığı aşçıyla birlikte mutfakta sigara içerken şeflerine yakalanır. Şef aşçıyı kovar fakat Jule bütün suçu üstlenince Jule’u da işten kovar. Burada şef onların üstü diye kovma yetkisi vardı fakat aşçı ya da Jule üst sınıftan biri olsaydı kovulur muydu?

     İş çıkışı Jule olanları Jan’a anlatır. Jan, bunun üzerine ‘’Sömürü ve baskıya karşı koyuyorsun ama pisliğin esirisin.’’ der. Jule ise ‘’Karşı koymak hiçbir işe yaramıyor, isyan artık daha zor.’’ cevabını verir. Kapitalist ideoloji bir tekerlek olarak düşünüldüğünde, sürekli dönmek zorunda ve içindeki birey hayata devam etmek zorundadır. O tekerleği birey döndürmek zorundadır. Jan dediklerinde haklı, bir isyan var ama kapitalist düzen bireyleri esir yapmaya mecbur bırakmaktadır hayata devam edebilmek için…

     Jan ve Jule’un aralarında geçen bir diyalogda Jan, ‘Çalışmaktan televizyon izlemeye 4 saat vaktinin kalması’ sözlerini kullanır. Bireyin çalışma hayatının yoğun temposundan dolayı eğlence aslında çalışmanın devamıdır.

     Jan sisteme nasıl başkaldırı yaptıklarını “Evlerin içine gizlice giriyoruz, hiçbir şey çalmıyoruz. Eşyaların yerlerini değiştiriyoruz ve bir mesaj bırakıyoruz; ‘Bolluk içindeki günleriniz sayılı!’ Eğitmenler diye imzalıyoruz. Böylece yüksek güvenlikli muhitlerinde kendilerini daha az güvende hissediyorlar. Ürkütücü bir his, seni izliyor olmaları ve izlemeye devam ediyor olmaları. Sadece korkutmak istiyoruz. Onlara kimse yardım edemez ne polis ne para ne de yakınları.” sözleriyle anlatır. Büyük öteki burjuvanın elinde olduğu için alt sınıf sürekli gözetlenir. Bu izlenme hissi toplumu korkutur ve Jan’ın yaptığı ise izlenme korkusunu üst sınıfa yaşatmaktır. Jan, bütün işi Jule anlatır. Jule, arabasına çarptığı zengin adamın evine gitmek ve ona da aynı şeyi yapmak ister ve iki kişilik ekibe üçüncü olarak katılır. Eve girerler, evdeki eşyaların yerlerini değiştirirler, alkol alıp havuza düşerler, yakınlaşırlar ve köpeklere yakalanıp kaçarlar. Ertesi gün Jule, telefonunu evde unuttuğunu fark eder ve eve geri dönerler. Ev sahibi Jule’u tanıyınca adamı bayıltırlar. Peter’ı çağırıp ona her şeyi anlatırlar ve zengin adamı bir dağ evine kaçırırlar. Bu sırada Jan ne yapacağını bilmez ve korktuğunu görürüz. Zengin adam ayılınca ‘Polise söylemem.’ der fakat gençler ona zengin olduğu ve bütün güç elinde olduğu için güvenmeyip ‘Bu adam her türlü yalanı söyler.’ diye düşünürler. Filmin bir diğer teması da kişinin korkularından kurtulmasıdır. Korku teması ile ilgili yönetmenin yorumu şöyledir ‘’Kaygıya bir son vermek, emniyet ve güvenlik konusunda endişelenmeyi bırakmak önemlidir. Özgürlük, güvenlikten daha yorucudur... İnsanoğlunun göçebe olduğuna inanıyorum. Özgür olmaları gerekiyor. Ve günümüzde çok azımız öyleyiz. Çoğu insan, kendi mal varlığının tutsağı olan Hardenberg gibidir. "Sahip olduğun şey," demişti biri bir keresinde, "Bir gün sana sahip olur."’’ Yönetmenin bu yorumu korku salmak isterken korkuya yenik düşen Jan’ı daha iyi okumamızı sağlamaktadır.

Jan, zengin adama ‘Halkın Tutsağı’ lakabını takmıştır. Aralarında şöyle bir diyalog geçer:

Zengin adam: Beni elinizde tutmak ne fayda sağlayacak?

Jan: Birini hallet 100 tanesine ders ver.

Zengin adam: Teröristlerden farkınız yok, korku ve panik salıyorsunuz.

Jan: Dünyadan haberin yok. Birilerinin emrinde olabilirdik, biz kendi halimizdeyiz. Amacımız fark yaratmanın daha özgün olduğunu düşünüyoruz.

Devrim yapmaya çalışmak terörizm ile burjuva tarafından bir tutulmaktadır. Bunun sebebi ise korku salınmasıdır. Neden üst sınıfın saldığı korku, terör olarak görülmez? Zengin adamı sorgulamaya ve aralarındaki gelir adaletsizliğini ortaya çıkarmaya çalışırlar. Zengin adam, “Yaptığınızı doğru bulmuyorum ama idealistliğinize saygı duyuyorum” der. Zengin adam kendi kıyafetlerini yıkarken Jan, “Senin gibi biri için zor olmalı” der. Zengin adam bir anda zengin olmadığını, hayat koşullarının onu kariyer sahibi yaptığını ve seçim zamanı muhafazakârlara oy verdiğini anlatır. Eğer alt sınıfta ideallerini burjuvanın idealleri gibi tutarsa onların da üst sınıfta var olacağına inandırmaya çalışır. İdeoloji tam olarak burada başlar; idealler.

Peter, Jule ve Jan’ın aralarında bir şeyler olduğunu öğrenir ve ardından arkadaş grubu dağılır. Jule, dayanamayıp Jan ve Peter ile konuşur ve “Adamı kaçırmak hataydı dünyayı kurtarmak değil kendi kıçımızı kurtarmak için yaptık.” der. Barışırlar ve geri dönerek zengin adamı bırakırlar. Adam davadan vazgeçer ve onları polise şikâyet etmeyeceğinin sözünü verir. Peter, “Biz üçümüz bu kapitalist ahlak düzeninden daha önemliyiz.” der. Bunun üzerine Jule, “Büyük ideal hâlâ yaşıyor.” demektedir. “Büyük ideal” sözleriyle bahsedilenin büyük öteki olduğunu fark edilir ve geçmişte yapılan devrimlerin bir şeyleri değiştirmediği, hala sistemin devam ettiği görülmektedir. Bu üç genç ise onların yaptığı isyanın bir şeyleri değiştirmeyeceğini, burjuva ahlaki değerlerinden daha önemli olan arkadaşlıklarının olduğunu düşünüp devrim yaratmaktan vazgeçerler.

Polis, Jule’un eski evine baskına gider fakat üç genç kaçmışlardır. “Bazı insanlar asla değişmez.” notu ile film bitmektedir. Zengin adam gençleri polise şikâyet etmiş, devrimciler ise kaçmıştır. Güce sahip olan her zaman gücünü altındakini ezmek için kullanacaktır.

Teknik olarak basit ve oyunculara odaklanan bu film, düşük bütçesi ile baskıdan kurtulmuştur. Yönetmen gerçekten istediğini yansıtmış ve bütün anlatmak istediği mesajı klasik anlatı ile her sınıfa gayet iyi açıklamıştır.

Yaren Gezer

Yorumlar